Hayat Dediğin… Birinci Gün

Beni İNSAN olarak yaratan Rabbime sonsuz teşekkür ederim.

Düz adamım ben, ne edeyim düz adamım. Devrik ol biraz, beğenmezler seni dediler. İncittiler. Oysa ben de bilirdim yüklemi baştan yazmayı cümlelere, özneler örselenirdi o vakit, tümleçler kalırdı biraz garip. Zarflardan, zamirlerden hiç bahsetmiyorum, onlar bilmem hangi köşede ağlıyordu bir başına. Diyebileceklerimin korkutuculuğu yanıp tutuşurken zihnimde, diyemediklerimin sonucuna katlanacağız hep birlikte.

Kendimden bahsedeceğim size bir süre, zaman zaman, uzun uzun, bazen belki kısa. Herkes kadar yaşadım ve herkes kadar pişmanım tüm yaşanmışlıklara. Düşünebilen her insan kadar, kendimi sigaya çektim ve aldım elime kalemi, döküldü kelimeler en can acıtanından. Dedim ya ben de bilirim aslında devrik yazmayı ama düz adamım. Ha isteyen olursa, okurken bu cümleleri, istediği gibi evirip çevirir, eğer, büker, istediği yere çeker. Kime ne?

Haydi, başlayalım o zaman…

1976 yılının, aralık ayının, on yedinci günü açtım hayata gözlerimi, beni çok seven bir anne ile bir babanın ilk çocuğu olarak. İlk çocuk olmak zordur. Hep büyüksündür. Her şeyin üstesinden gelebileceğin düşünülür. Daha önce tecrübe etmediğin bir şeyle karşılaştığında soru sorabileceğin kimsen yoktur oysaki. Yanlışların ve Doğruların hep kendi tecrübelerinden ibaret olacaktır. Tecrübeler de hep tatlı değildir maalesef. Çok isterdim aslında benden beş – altı yaş büyük bir ablam olmasını. Limanım olurdu. Sığınırdım karanlık düşlerin ardından onun dingin, huzurlu ve güvenli kollarına. Dizlerinde yatıp ağlardım. O saçlarımı okşardı. Ben uykuya dalardım, bütün korkulardan münezzeh.

Babam memurdu benim. Çok şehir gezdik sayesinde. Pişman mıyım derseniz? Cevabı zor bir soru. Babasının günahını çekmemesi gereken çocuğun, şeriatla kesilmiş parmak misali yaşadığı bir hayatta, pişman olmaya ne kadar hakkı varsa o kadar pişmandım.  Hayır, hayır. Güzeldi aslında. Çok fazla arkadaşım ve hatıram oldu. Ve hiç dostum olmadı. Üç senelik hayatlara sıkışıp kaldı hepsi. Hatıralar mıydı yoksa hayaller miydi onlar bile bulanık kaldı.

Uzun zaman oldu ben doğalı. Dile kolay 45 sene ve göz açıp kapayıncaya kadar 1 saniye. Önceleri duygusal bir insan bile sayılabilirdim. Hissiyatsızlık ne garip şey. Her neyse ya. Bu kısma döneriz sonra. Şimdi yazmak istemiyorum.

Bazen geceye bakarsınız ya da bir denizin mavisine dalarsınız. Tefekkür deyin adına veya içsel bir yolculuk. Kendinizle hesaplaşma belki. İlk aklınıza gelen kim? Nedir geçmişinizden taşıyıp durduğunu bohçanızda? Hepimizin hayalleri vardı. Hayal kurmayan adam mı var? Durun insan diyelim. Eril dilin âlemi yok durup dururken. Hayallerini hatırladığımda dudağımın yanında bir gülümseme olsun isterdim, acı bir tebessüm yerine. İyi de bu benim suçum değil ki. Önüme çıkan fırsatlarla başarabildiklerimin toplamı bu hayat.

Şu anda 57 metre karelik 1 + 1 kiralık evimin yatak odasında, saat gece 02:00’da, Arap ezgileri eşliğinde, tüm başarısızlıklarımın önünde el pençe durarak yazıyorum bunları. Bu saatte elime kalemi alıp yazdıran duygular beynimi kemirirken “keşke” demenin ahmaklığının ağırlığı var mürekkebimde. Ulaşamadığımızın delisi oluyormuşuz ya, ulaştıklarımızın da nankörü. Tam da öyle bir noktanın üstüne oturmuşum yazıyorum. Kendimize söylemekten korktuğumuz yalanlarımız işte böyle anlarda bir bir suratımıza çarpıyor. Sanırım bundan da haz alıyoruz. Yoksa niye tekrar ve her seferinde tekrar ve en nihayetinde tekrar aklımıza gelmesi için çaba sarf edelim.

Unutmak. Ah unutmak, en büyük nimet. Her şeyi unuturmuş insan. Öyleyse bu sırtımızda taşıdığımız yük neyin nesi? Ne büyük yalan be. İnsan unuturmuş. Gözlerinizi kapattığınızda, geçmişinize baktığınızda ilk aklınıza kim geliyor. Dur biliyorum bu soruyu daha öncede sordum. Bunamadım daha. Ben bu soruyu bir adım daha öteye taşıyacağım. Sevdiğinizi iddia ettiğiniz insana sarılıp, gözlerinizi kapattığınızda ve geçmişinize baktığınızda ilk aklınıza kim geliyor.

 

Ve arkası yarın…

Comments powered by CComment